19 Mayıs 2019 Pazar

SERBEST NAZIM VE TOPLUMCU ŞİİR

20. yüzyılın başlarında, neredeyse tüm dünyada eşzamanlı olarak gelişen siyasal ve toplumsal hareketlere bağlı olarak yeni bir edebiyat akımı doğar.
Toplumsal gerçekçilik ya da sosyalist gerçekçilik adı verilen bu akım; şiirden, edebiyatın ve sanatın her alanına kadar geniş bir yelpazede etkisini gösterir.
•Emekçilerin sorunlarını, emek-sermaye çelişkisini ve yaşamsal kaygılarını konu alan bu akım, “toplum için sanat” görüşünü temsil eder.

Özellikleri:

Pragmatik, yani çıkarcı şiirdir.

Şiir tezlidir, savunulan bir görüş vardır ve bu görüş kendini şiirde belli eder. 

Şair, toplumun bir parçası olduğu için şiirlerini toplumsal bir kaygı ile yazmalıdır.

Şair ancak toplum şiirleri yazarak kendini geliştirebilir.

Bireysellikten önce kolektiflik vardır.

Dilin harekete geçiren gücünden, etkisinden yararlanılmıştır.

Söylev üslubundan yararlanılmıştır.

Geniş kitlelere hitap etmek, onları harekete geçirmek için yazılmıştır.

Şiirde biçimden çok içeriğe önem vermişler bu sebeple de ölçüsüz, kafiyesiz şiirler yazmışlardır.

Gelecekçilik (Fütürizm) akımından etkilenmişlerdir.


Serbest Nazım ve Toplumcu Şiirin Önemli Temsilcileri 

Nazım Hikmet RAN (1902 – 1963) 
Toplumcu gerçekçi edebiyatın öncüsü olup, ilk şiirlerini ölçülü ve uyaklı yazmıştır.
Rusya’daki öğrenim yıllarında Fütürist şair
Mayakovski’nin sanat görüşünü benimsemiş, ölçülü ve uyaklı şiiri bırakmıştır.
Rusya’dan döndükten sonra öz, biçim ve tema bakımından yeni şiirleriyle serbest nazmın ve toplumcu şiirin ilk örneklerini vermiş; bu yönüyle pek çok şairi etkilemiştir.
“Memleketimden İnsan Manzaraları” ve Kuruluş Savaşı’nı anlattığı “Kuvayı Milliye Destanı” önemli eserlerindendir.

Eserleri:

Şiir: 835 Satır, Jokond ile Si-Ya-u, Memleketimden İnsan Manzaraları,
Kuvayı Milliye Destanı
Tiyatro: Kafatası, Yusuf ile Menofis
Roman: Kan Konuşmaz
Masal: Sevdalı Bulut
Mektup: Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar

Güneşi İçenlerin Türküsü (835 Satır, 1929)

Bu bir türkü
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor
kanlı, kızıl bir meş’ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!

Rıfat ILGAZ (1911 – 1993) 
Toplumcu gerçekçi bir şair ve yazardır.
Özellikle 1940’lı yıllarda yoksulların yaşamlarını anlattığı şiirleriyle, toplumcu gerçekçi şairlerin önemli temsilcilerindedir.
“Markopaşa” dergisinde mizahi yazılar yazmıştır.
En önemli eserlerinden olan Hababam Sınıfı, başlangıçta tiyatro olarak yayımlanmıştır.
Eserleri:

Şiir: Sınıf, Yaşadıkça, Devam, Bütün Şiirleri

Roman: Karartma Geceleri, Sarı Yazma

Mizahi Hikâyeler: Don Kişot İstanbul’da, Radarın
Anahtarı

Mizahi Romanlar: Hababam Sınıfı, Pijamalılar

Alişim (Yarenlik, 1943)
Kasnağından fırlayan kayışa
Kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zilelinin gitti ayakları,
Yazıldı onun da raporu:
“İhmalden!”
Gidenler gitti Alişim,
Boş kaldı ceketin sağ kolu…
Hadi köyüne döndün diyelim,
Tek elle sabanı kavrasan bile
Sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin iç yüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer…
Kim görecek kepenek altında eksiğini Kapılanırsın boğaz tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
Beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim
Sol yanın sevdiğini.
Kızlarda emektar sazın gibi
Çifte kol ister saracak!


Attila İlhan  (1925 – 2005)

İlk şiiri 1941’de yayınlanan Attila İlhan, sanat hayatına Nazım Hikmet etkisiyle oluşmuş toplumcu-gerçekçi çizgide başlar. Attila İlhan 1940’lı yıllarda, ilk dönem şiirlerinde destan denemelerinin yanında, aşk şiirleri yazmayı da ihmal etmez. Fakat 1940’lı yıllarda aşk şiirleri yazmak toplumcu şairler arasında hoş karşılanmamaktadır. Dolayısıyla, Attila İlhan, bu şiirlerini ön plana çıkarmaz. Fakat bu şiirlerin ve bundan sonrakilerin hemen hemen tümünde, toplumsal mesajları estetik bir süzgeçten geçirerek sunar. Duvar’da 1940’lı yıllarda beliren ve gelişen toplumcu anlayışla şiirlerini kaleme alan şair, halk dilinden gelen söyleyişleri de kullanır.

Barakmuslu Mezarlığı (1954)

Kuş uçmaz, kervan geçmez, karanlık tuttu yolları
Gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi
Buğdaysız, çavdarsız kara ekmeğe benzersin
Yıldızların, hani yıldızların, çiçeklerin nerdeler 
Kalbin neden durmuş rüzgarı kesilmiş değirmen gibi
Suya indi çakallar, suya indi söğüt dalları
Barakmuslu mezarlığı kımıldanır için için
Barakmuslu mezarlığında seyran seyran ölüler
Kuş uçmaz, kervan geçmez, karanlık tuttu yolları
Gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi
Ben ne inim ne cinim, ben bir garip ademim
Barakmuslu köyünden selamsız oğlu bekir
Yıkılası hanede sekiz boğaz altıma bakar
Ben kendimi toprak bilirim, toprak beni baba bilir

Ahmed Arif (1925 – 1991)
   Şiirlerini 1944-1955 yılları arasında dönemin çeşitli dergilerinde yazan ve daha sonra Hasretinden Prangalar Eskittim ismiyle bir araya getiren Ahmed Arif, ele aldığı temalar ve söyleyiş bakımından dönemin diğer toplumcu şairlerinden farklı özellikler gösterir. Şiirlerinde Doğu Anadolu’nun yaban doğası, feodal yaşam koşulları, insanı, bu insanın sancılı, korkulu, güç yaşamı, isyanı, hepsi, yerel bir
dil ve anlatımla dile gelir. Ataol Behramoğlu “Ahmed Arif’in dizelerinde bir tek kişinin değil, sayısız insanın sesini duyarız. İnsanca kederli, insanca sevecen, insanca tutkulu, öfkeli ve özlemli bir ses. Yoğun, derin ve sımsıkı.” der.


Vay Kurban (1968)

Dağlarının, dağlarının ardı,
Nasıl anlatsam…
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban…
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.”
Yiğitlik, sen cehennem olsan bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu’dur ol hikayet,
Ol kara sevda.


SABAHATTİN ALİ (1907 – 1948)

Eserleri:

Öykü: Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça
Köşk

Şiir: Dağlar ve Rüzgâr

Roman: Kuyucaklı Yusuf, içimizdeki Şeytan, Kürk
Mantolu Madonna
Toplumcu gerçekçi bir sanatçıdır.
Şiirler, hikâyeler, romanlar yazmış, çeviriler yapmıştır. Sabahattin Ali, 1930’lu yıllarda öyküye gerçekçi ve yeni bir soluk getirmiştir.
Öykülerinde, tanımlamakta güçlük çektiğimiz kimi duyguları ustalıkla anlatmıştır.
Şiirlerini halk şiirinden esinlenerek yazmıştır. Romanlarında da insanın ruhuna ayna tutmuş ve gerçeğe bu aynadan bakmış, okurların gerçekliği daha derinden algılamasını sağlamıştır.

GEÇMİYOR GÜNLER

burda çiçekler açmıyor
kuşlar süzülüp uçmuyor
yıldızlar ışık saçmıyor
geçmiyor günler geçmiyor.

avluda volta vururum
kah düşünür otururum
türlü hayaller görürüm
geçmiyor günler geçmiyor.

dışarıda mevsim baharmış
gezip dolaşanlar varmış
günler su gibi akarmış
geçmiyor günler geçmiyor.

gönülde eski sevdalar
gözümde dereler bağlar
aynadan hayalin ağlar
geçmiyor günler geçmiyor.

yanımda yatan yabancı her söz zehir gibi acı bütün dertlerin en gücü
geçmiyor günler geçmiyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder